20 Ekim 2015

Akıl ile mantıksızlığın savaşı bu…  

Perşembe'nin gelişi Çarşamba'dan belliydi aslında.

Her daim adaleti değil, habis fırsatları kollayan ahlaksızlığın, vakti zamanı geldiğinde oklarını ‘milli ve yerli' olanın böğrüne nişanlayacağının işaretiyle dolu tarih.

Yediklerini, içtiklerini, kullandıkları eşyaları, selam verdikleri insanları hızla tüketen, değersizleştiren, anlamsızlaştıran aç gözlülüğün büyüttüğü zihinlerde başka bir hesap olsa şaşılmalıydı.

Dün ya da bugün yaşadığımız her acı, yüreğimizi kavuran her kasavet, ömrümüzü törpüleyen her keder kirli belleklerine dokunan her şeyin çarçabuk değersizleşmesinden.

Maymun iştahlarının beslediği şiddetli tüketme hastalığı, meyveye dadanmış kurtlar misali biraz gün yüzü gören hayatlarımızı bir an önce eskiye döndürme derdinde.

O yüzden bir zaman önce fikirleriyle yol yordam öğrendiğimiz insanların kelamları zehir zemberek ihanetin kılıcı misali savruluyor yeniden üzerimizde.

Ortalığa saçtıklarının düşünsel bir derinlikten, mantıksal bir enginlikten muaf olmasına aldıranı yok, dertte o değil zaten.

İpini koparmış kıskançlıklarıyla, üstenci bakışlarıyla, her daim küçümseyen endamlarıyla doludizgin ulaştıkları başka insanların düşüncelerini, değerlerini kirletip, kendilerine benzetecek olmaları yetiyor onlara.

Doğal olarak kullandıkları her söz ilkeli duruşun dibe vurduğuna, tutarlılığın tarumar edildiğine, bakış açısının daraldığına şahit ediyor etkilerinden uzak gözleri.

Hâlihazırda edilen kelamın dün söylenenden dünyalar kadar farklı olmasına da…

Bugün söyledikleri sözlerin yarın olduğunda arkasında durulmayacak olunmasına da…

Kelimelerin tutarlılığı besleyecek enginlikten yoksun olmasına da…

Yüzsüzlüğün sözde asaletlerinin üzerine atılmış döküntü bir şal gibi sırıtıyor olmasına da aldırış eden yok.

İşin kurgusunu yapan akıllar, vakti geldiğinde bu düşünsel fukaralığın, bu ilkesiz savrulmaların zihinleri tarumar etmesini istiyorlar çünkü.

Ortaya salınan iflah olmaz laf cambazlarının sözlerindeki tutarsızlık olmazsa bizim mütevazı sofralarımız talan edilirken onların şatafatlı masaları her daim daha fazla şenlenebilir mi?

Bu düşüncenin olasılık dışı olduğuna inananlar hala var, biliyorum.

Muhteremlere sormak gerek.

Daha dün dönüp yüzüne bakılmayan Kürtler nasıl oldu da bugün herkesin başında taç oldu?

Ya dün Erdoğan'a dair dağarcıklarında etmedikleri methiyeyi bırakmayanlar neden bugün öfke ve hasetlik içinde akıl almaz mantıksızlıkları yakıştırıyorlar ona?

Ya da ‘Diktatör' hakaretlerini büyük bir yiğitlikmiş gibi savunanların kayış dilleriyle sabah akşam Erdoğan'a küfür etmelerinde bir gariplik yok mu?

Peki, kalitenin yerlerde süründüğü ekranlardan, gazetelerden sadece yalan, şişirme, uydurma haber üretip, ahlaksızlığa methiyeler düzenleri kahkahalarla alkışlayan zavallılığa ne demeli?

Veya Paralel Yapı'nın varlığıyla ne büyük tehlikeler yaratacağı fikrine itibar etmemelere, teröre dair günahı her fırsatta seçilmiş bir Cumhurbaşkanının sırtına yüklemedeki insafsızlıklara akıllı bir cevapları var mı?

En küçük aklın idrak filtrelerine takılabilecek saçma şeylerin, akıllarıyla topluma yön vermiş insanların sabah akşam savundukları kelamlara dönmesi boşuna değil, bunu görmek gerekiyor.

 Yazılanların, çizilenlerin, konuşulanların, paylaşılanların ardında aranacak bir mantığının olmaması da.

Dehşetengiz bir dezenformasyon ikliminde var olmaya çalışıyoruz.

Yenilirsek hep birlikte akıl ile mantıksızlığın savaşında hızla ortadan kalkan hakikat ile yalanın, gerçekle sahtenin, eğriyle doğrunun, yalın ile abartmanın arasındaki 180 derecelik farkın altında kalacağız.